Bırakmak ya da bırakmak
- Tuğçe
- 11 Oca 2022
- 1 dakikada okunur
Ben bir ağaç olsam, kiraz ağacı olurdum. Çocuklar koşturarak oynarken; beni görünce, bir an için birbirleriyle göz göze gelirler, konuşmadan anlaşıp, gövdemi sarsmaya karar verirlerdi. Dallarımdan düşen kirazlardan keyifle yerlerdi. Onlar mutlu oldukça, ben mutlu olurdum. Her mevsim yenilerdim kendimi, her mevsim yeniden meyve verirdim.
Çocukların bir sonraki durağıysa muhtemelen ormanın en yaşlı ağaçları olurdu. Gövdeleri en genişleri. Çocuklar koşup oynadıktan sonra, bu defa onları dikkatle incelemek için dururlardı. Sanki heybetlerine saygı duyarcasına, ağaca belli bir mesafeden bakıp, onun kaç yıldır orada olduğunu tahmin etmeye çalışırlardı. İhtişamından büyülenirler, belki çekinerek gövdesine isimlerini kazırlardı. Oraya soluklanmak için giderlerdi. Tüm arkadaşlarını alabilecek büyüklükteki gölgelerine sığınmaya.
Bu ağaçları meyve toplamak için sarsamazsınız, ancak büyük bir fırtınanın, yüz yılın en büyük kasırgasının vurması gerekir. O zamanlarda ağaçların kökleri derinden sallanır.
Ben ormanımda bir sürü heybetli ağaç tarafından sarılıyımdır. Bugün, çokça heybetli ağacım büyük bir kasırgayla sallanıyor. Kökleri ağır olduğu, gövdeleri büyük olduğu için hareket etmeyen güzel ağaçlarımı ,yüz yılın kasırgası vurup geçerken, onların yenilenen köklerinde nasıl güzel filizlerin oluşacağını düşündükçe yüzümden gülümseme eksik olmuyor.
Benim için her mevsim kirazlarımı dökmek, gelişme ve büyümemin altın kuralıdır. Biliyorum, kaçamam bundan. Heybetli ağaçlarımın doğasındaysa kendiliğinden ‘bırakmak’ yoktur. İçinden gelip geçtiğimiz bu kasırgada, onların hiç de tecrübe etmediği bu değişimi izlerken, yanlarında rehberlik yapmaya gönüllü oluyorum. Zira, doğanın ‘bırakmak ya da bırakmak’ için türlü yollarla geldiğini izlemek, ve bu amaçta onun müridi olmak en keyif aldığım şey sanırım.
Bu yazı benden, heybetli ağaçlarıma…
Sevgiler,
Tuğçe
Комментарии